İnfaz yakma uygulamaları İmralı’daki sisteme dayanıyor

DEM Parti Şirnex Milletvekili Newroz Uysal Aslan, İdare ve Gözlem Kurullarının verdiği infaz yakma kararları değerlendirerek bu uygulamaların kaynağının İmralı’daki tecrit ve izolasyon olduğunu belirtti.

İMRALI'DAKİ TECRİT VE CEZAEVLERİ

Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanun ile Gözlem ve Sınıflandırma Merkezleri ile Hükümlülerin Değerlendirmesine Dair Yönetmelik'teki 2020 yılında yapılan ve 2021’den itibaren uygulanmaya başlayan değişiklik ile birlikte birçok hapishanede şartlı tahliye günü gelen mahpusların tahliyeleri reddedildi. Örneğin Sincan Kadın Kapalı Cezaevi’nde 2023’ün ekim ayında 14 kadın ve de 2024’ün ilk günlerinde 11 kadın mahpusun tahliyesi bu gerekçelerle ertelendi.

DEM Parti Şirnex Milletvekili Newroz Uysal Aslan cezaevlerindeki İdare ve Gözlem Kurullarının kararları ile ortaya çıkan uygulamaların sistematik, yaygın bir işkence ve kötü muameleye dönüşmüş olduğunu belirtiyor. İmralı’da tutulan Veysi Aktaş’ın infazının yakılması konusunda da değerlendirmelerde bulunan Newroz Uysal Aslan, “hiçbir aile görüşü olmayan, avukat görüşü olmayan, dış dünyayla yıllardır tek bir mektup alışverişi gerçekleştirmeyen, telefon görüşmesi yapmayan Veysi Aktaş’ın iyi halli olmadığı gerekçesiyle infazının 1 yıl süresince ertelenmesi, cezaevi idaresinin İmralı izolasyonunun bir parçası olarak bu kararı vermesidir” dedi.

Aynı zamanda Meclis İnsan Hakları Komisyonu üyesi olan Newroz Uysal Aslan hem İdare ve Gözlem Kurullarının işleyişine dair hem de yine disiplin cezası ile gündeme gelen İmralı’ya dair sorularımızı yanıtladı.

İdari ve Gözlem Kurulları infaz yakalamalarla gündemde. Öncelikle bu kurumun yetkileri ve işleyişi nedir?

Cezaevlerindeki İdari ve Gözlem Kurulları 2020 tarihli değişiklikle geldi. Daha önce de İdari ve Gözlem Sınıflandırma Merkezleri diye kurullar vardı, bu kurullar sadece cezaevinin içindeki belli işleri yapan ama koşullu salıverme ile devletin müsaadesindeki konularla ilgili kararları veremeyen bir kuruldu. Ama 2020 tarihli değişiklikle bu kurulların karar verme yetkisi genişletildi. Bu yetki içerisinde bu geliştirme yaparken aslında bir sınır da koyuldu. Objektif olarak karar verilmesi gerektiğine dair kararlar ve çerçeveler çizildi. Bu kurulların oluşturulma biçimine de dönük bir somutlaştırma yapıldı. Cezaevinin bağlı bulunduğu adliyenin başsavcılığı başkanlığında ya da savcılık gözetiminde bir kurul oluşturuldu, bunlar kurum müdürü, müdür yardımcıları cezaevinin doktoru, psikiyatrisi, psikososyal servisi, eğitim servisi vs. oluşuyordu. Yani cezaevindeki bir kişinin denetimini sağlayacak tüm birimlerin içerisinde yer aldığı bir kurul gibi çok objektif, çok geniş Avrupa Konseyi’ni de, CPT'yi de ikna eden, görünürde hukuka uygun bir çerçevede kuruldu bu kurullar.

Peki, o dönem Avrupa Konseyi ya da CPT’yi ikna eden bu kurullar neden bugün bu hale geldi?

Bu kurulların işleyişi maalesef öyle değil. Öncelikli olarak bir başsavcının ya da savcının tek tek tüm mahpuslara zaman ayırıp böyle bir kurula katılması mümkün değil. Buna özgü savcılıklar kurulmadı. Kurum müdürleri hemen hemen tüm cezaevlerinde bu kurullara katılmıyor. Onun yerine ikinci müdürü, üçüncü müdürü ya da bazen başgardiyanı bile gönderdikleri oluyor. Cezaevi doktoru, psikiyatristi, psikoloğu bunlar da bu kurula katılmıyor. Sadece yazılı bir form doldurarak bu kurula veriyorlar. Kurul öyle yazıldığı gibi herkesin bir araya geldiği, tek tek kişiyi değerlendiren bir kurul olmaktan çıkıp tamamen cezaevi müdürüyle savcılık arasında bir koordinasyon şeklinde yürüyen, kişiler baskı altında tutuma ya da devletin cezaevindeki politikalarını uygulayabilen bir mekanizma halini aldı.

Kurulun infaz yakma sürelerinde bir sınır var mı? Bu sınır neye göre belirleniyor?

İlk kurulduğunda bir süre sınırı tartışması yaşanmıştı, süre sınırı olmaması gerekiyor diye. Bazı cezaevleri 3 ayda bir değerlendirme yapıyordu, bazı cezaevleri 6 ayda bir. Bunu, tırnak içerisinde “objektif” bir hale getirmek için 6 ay ile 1 yıl arası bir süreye getirdiler. Yani maksimum 1 yıl uzatılabilir ya da ertelenebilir diye. Ancak bu fiiliyatta çok düzenli işleyen kurul değil. Ya mahpuslar hiç çağrılmıyor bu kurullara ve çağrılmadan karar veriliyor ya da mahpus çağrılıyor, bir denetim olmadığı için mesela politik sorular soruluyor.

Nasıl?

Örneğin kişinin cezaevi süreciyle ilgili değil de cezaevinden önceki dışarıdaki politik atmosferlerle ilgili sorular soruluyor. Tamamen kişinin devlet içerisinde teslimiyet algısı altında bir kişinin iradesinin olup olmadığına dönük değerlendirmeler yapılıyor. Örneğin “Cezaevinden çıkarsan HDP'li vekiller seni görmeye gelirse ne yapacaksın? Ya da cezaevinden çıktığında tekrar leşkeri, yani yöresel kıyafet giyecek misin? Ya da şu kitapları niye okudun” gibi kurulu alakası olmayan, tamamen o an kişinin gerginliğini, stresini artıran, politik olarak tahrik eden, kişiyi tırnak içerisinde “agresif” bir görüntü vermeye zorlayan sorular soruluyor. Yine Adalet Bakanlığı'nın ve Cezaevleri Tevkif Genel Müdürlüğünün inkâr ettiği, ancak cezaevi idarelerinin kabul ettiği bir belge var. Halk arasında “pişmanlık” diye ifade ettiğimiz ama cezaevinin kendi içerisinde “bir örgütten ayrıldığına” dair irade beyanını da kapsayan bir dilekçe; ama bu dilekçe politik tutsaklara ve bulundukları odayla/koğuşla ilgili hukuki onay değerlendirmelere dayanılarak yapılıyor.

Cezaevindeki kişilerin nasıl bir örgüt bağı var ki?

Aslında hukuken bir kişi cezaevine girdiği an örgütle olabilecek her türlü bağı zaten kopmuştur. Bununla ilgili onlarca Yargıtay kararı var. Çünkü zaten devletin egemenliğini tahsis etmişsin, o kişi devletin egemenliği altında: Hayatı, yemesi, içmesi, televizyonu, radyosu, kitabı, dışarıda iletişimi, her şeyi devletin gözetiminde. Ve devletin gözetimi içerisinde olan böylesi bir yerde bir örgüt iradesi, örgüt egemenliğinden bahsedilemez. Kişiyle ilgili en ufak bir cezalandırma, bir yargılama olsa bile çoğunun beraat ettiğini ve dava düşme kararı verildiğini biliyoruz. Ancak savcının, mahkemelerin kabul etmediği bir durumu cezaevi idaresi koğuşun/odanın ya da kişinin okuduğu kitaplar, yazdığı yazılar üzerinden örgütle bağının devam ettiği gerekçesiyle bu dilekçiyi imzalamayı dayatıyor. Bu dayatmaya karşı gelenler, bu hukuksuzluğu kabul etmeyenler açısından ise kişinin “ıslah olmadığı” gerekçesiyle “iyi hal” vermediğini görüyoruz.

Ben aynı zamanda Meclis İnsan Hakları Komisyon üyesiyim. Mesela biz cezaevlerine AKP vekillerinin de olduğu ziyaretler yaptık. Orada diyoruz ki “mahpuslar bize böyle bir yazı imzalatırlar diyor.” Bakanlık yetkilileri diyor ki “hayır, böyle bir şey söz konusu olamaz, böyle bir belge yok.” Ama cezaevi idaresi diyor ki, “biz tabii ki o kişinin odadan ayrılmak istediğine dair bir dilekçe alıyoruz.” Elbette bu beyan karşısında bu odaların, diğer odalardan farkı ne? diye sorunca da buna cevap vermiyorlar. Tamamen subjektif, kişiyi iradesizleştirmeye ve kişinin iradesini kırmaya dönük yaklaşımlarla bu cezalar veriliyor. Politik durumu geçtim, kimi cezaevlerinin elektrik ve suyu faturası çok geldiği için infaz yaktığını gördük ya da psikoloğa çıkmak istemeyen, psikolojik durumu gayet yerinde olana psikoloğa çıkmadığı için ceza veriliyor. İmamla görüşmeye gitmediği için de ceza yiyenler var. Bu kurullar artık hukuki dayanak olarak yönetmeliğe ya da infaz kanununa göre değil, cezaevinden cezaevine ya da mahpusların cezalandırma türüne göre değişen, çok keyfi, hukuksuz bir paralel mahkemeye dönüşmüş durumda. Zaten daha önce de paralel yargılama diyen değerlendirmeler oldu. Tamamen keyfi hareket eden, kendini kimi zaman mahkeme yerine koyan, kimi zaman psikolog yerine koyan, kimi zaman da savcı yerine koyan bir kurul haline geldi.

Peki, buradaki cezaların onaylanma süreci nasıl işliyor?

Maalesef ki bu kurul kararlarının yüzde 98’i infaz hâkimlerince onaylanıyor. Bir itiraz etme hakkı var ama infaz hâkimleri “ben cezaevinde yaşamıyorum, bu kişi, yıllardır cezaevinde, gardiyanından müdürüne kadar bu kişiyle ilgili bir değerlendirme yapılmış. Şimdi ben bu kişiyi gözlemlemediğim halde bu değerlendirmenin dışına çıkamam” deyip ezbere hareket ediyor. Bununla ilgili de avukat arkadaşlar ya da mahpusların aileleri onlarca suç duyurusunda, onlarca itirazda bulundu. Maalesef bu itirazların da bir geçerliliği olmuyor. Ayrıca bu uygulamalar en çok Sincan, Karabük cezaevlerince çok sık yaşanıyor. Bazı cezaevlerinde de mesela bir güç gösterisi gibi infazı 6 ay 1 yıl engelleyip sonra sanki o durum ortadan kalkmış gibi bir durumla tahliye ettikleri oluyor.

Dediniz ki bazı cezaevlerinde bu uygulama çok fazla var, o zaman bu kurullar her cezaevinde aynı şekilde işlemiyor mu?

Tüm cezaevlerinin uygulaması da aynı değil. Bazı cezaevleri 6 aylık periyod ara değerlendirmelerini kişi çağırmadan yapıyor, bazıları çağırıyor. Bazıları son koşullu salıverme değerlendirme tarihi yaklaştığından, bir hafta 10 gün öncesinden yapıyor. Birisi aynı gün yapıp ailesi kapıdayken ret kararı verebiliyor. Bundan en fazla etkilenenler 30 yılını tamamlanmış müebbet hapis cezası alan mahpuslar. 30 yılın kendisi bile zaten dünya ortalamasının çok üzerinde, ağır insan hakları suçu işleyenler bile Uluslararası Ceza Mahkemesi'ne göre bu kadar yatmamalı. En son 30 yıllıklarla ilgili bir yıl, üç ay, altı ay gibi birçok ceza verildiğini gördük. Bu noktada bile bu koşulu salıverme hakkını bir hak olarak değil de bir lütuf olarak gören bir algı hali var.

En son Antalya S Tipinde Nureddin Çelebi vardı, 30 yıllık tutsaklardan biri. Onun da tahliyesine 2-3 gün kala ertelendi. Aile ısrarla cezaevine arıyor, çıkacak mı çıkmayacak mı, tahliye olması gerekiyor müddetnamesi belli, biz kapıdayız bekleyeceğiz diye. En son biz cezaevini aradık, müdür zor bela telefona çıktı. Ben soruyorum mesela cezaevine müdürüne, 30 yıldır cezaevinde kalan birisi, yakın zamanda bir disiplin cezası yok. Cezaevinde dış dünyayla teması, ilişkisi, bir saldırgan hali, orada almış olduğu yeni bir ceza, güvenlik anlamında bir sorunu yok, peki tahliye olmasını niye engelliyorsunuz diye. Diyor ki “bizim özel kurulumuz toplandı, biz tahliye edilmemesine karar verdik.” Özel kurul ne diye sorduğumda da biz burada tırnak içerisinde “terör suçluları” için böyle karar veriyoruz diyor.

Farklı bir kurul mu?

Ben de bunun İdare Gözlem Kurulundan farkı ne diye sordum çünkü hiçbir cezaevinde böyle bir şey duymadım. Şöyle cevap aldım: “Biz İdare Gözlem Kurulu öncesinde ön görüşme yapıyoruz.” Bir de bu şekilde kendi içlerinde oluşturdukları hukuka aykırı yöntemler var. Bu yöntemi de denetleyen bir mekanizma var mı? Yok. Mesela bununla ilgili CPT, Avrupa Konseyi'ne onlarca çağrı yapıldı. İnsan Hakları Derneği'nin (İHD) ve Özgürlükçü Hukukçular Derneği’nin (ÖHD) başlattığı bir kampanya var. Bizler sürekli bunu dile getiriyoruz ve gerçekten bu kurulun işleyişi nereye gidecek? Bu saatten sonra nasıl bir şeye evrilecek? Çünkü gerçek anlamda özgürlüğü gasp eden bir kurum haine geldi. Siyasi mahpusların tahliyesi gelip de doğrudan koşullu salıverme hakkıyla tahliye olan artık tek tük insan var. Hemen hemen herkesi iyi halli olmadığı gerekçesiyle en az 6 ay olacak şekilde cezaevinde fazladan tutuyorlar.

Şunu da eklemek istiyorum. Bu yönetmenlik 2020'de geldi, 2021'den uygulandı. Ayrıca 2021'den itibaren mahpusun koşullarını göz önüne alarak bir değerlendirme yapması gerekir hukuken. Ancak burada geçmişe yürüme yasağına rağmen, yani geçmişteki disiplin cezaları, geçmişteki yapılan uygulamalar, geçmişteki olaylar nedeniyle şu an bir hüküm veriyor bu kurullar. Aslında bu anayasanın, hukuk devleti ilkesinin ortadan kaldırılması demek. Çünkü geçmişte yaşanan bir olayla ilgili, günümüzde bir karar verdiğinizde bu, var olan hukuku yerle bir etmektir. Kanunun yürürlüğe girdiği andan itibaren yaşananlar üzerinden bir değerlendirme yapması gerekir. Ancak maalesef öyle olmuyor. Mesela 30 yıllık bir mahpus var, 90'larda hücre cezası almış ama aradan geçmiş diyelim 15-16 yıl, kurul diyor ki “siz 15-16 yıl önce şu kadar bir disiplin cezası almıştınız, bu nedenden dolayı biz sizi “iyi halde” görmüyoruz.” Yani bu kadar absürt ve hukuksuzluğun bir yansıma biçimi haline döndü bu kurullar. Mesela infaz hâkimliklerinin bununla ilgili verdiği pozitif kararlar vardı, kararların geçmişe yürümeyeceğine dair. Ancak bu aynı infaz hâkimlikleri aradan birkaç ay geçince tam tersine farklı kararlar vermeye başladı. Bu da aslında bu durumun merkezi bir şekilde, politik bir yargı kararıyla yürütüldüğünün göstergesi.

Bu kurula ilişkin DEM Parti’nin önerisi nedir ve ayrıca farklı tepkiler var mı?

Bu kurulu değiştirmeye dönük ya da bu kurulu daha objektif bir mekanizmaya dönüştürmekle ilgili diğer kimi partilerin, kimi kurumların talepleri ve çağrıları oldu. Ancak bizim partimizin hukuk komisyonunda da ortaya koyduğu gibi, bu birden fazla cezalandırma halini alan, tamamen keyfi, ne kanunlara, ne anayasaya, ne de Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’ne (AİHS) uyan bu kurulların tamamen kaldırılması gerekir. Çünkü 2021'den beri, 3 yıla aşkın bir süredir tüm cezaevlerinde uygulamaya konulan bu kurulların, gerçekten denetlenebilir bir mekanizma olmadığı ortada haliyle bunu değiştirmek, yama yapmak, eklemek çözüm olmayacak. Biz bu kurulların, bu yetkinin tamamen iptal edilmesini ve koşulu salıverme hakkının mahpusa verilmesini talep ediyoruz. Bununla ilgili onlarca anayasa mahkemesi başvurusu yapıldı. Kimisi reddedildi maalesef. Şu an bununla ilgili bir karar yok. Yönetmeliğin kendisiyle ilgili o süreçte açılan iptal davaları vardı ama Danıştay'da bekliyor ve onunla da ilgili herhangi bir ilerleme yok. TİHEK’e (Türkiye İnsan Hakları ve Eşitlik Kurumu) yapılan birçok başvuru var. O başvurularla ilgili derli toplu ele alabileceğimiz bir değerlendirme de yok. Onlarca talep olmasına rağmen TİHEK bu başvuruları da haksız bulup reddediyor. Kamu yararına bozma yapan bir sürü avukat var, onlar da sonuç alamıyor. Tamamen keyfi, devletin politikalarıyla iç içe yani Cezaevleri Tevkif Genel Müdürlüğü ile Adalet Bakanlığı'nın gözetimi ve bilgisi dâhilinde yürüyen bir kurul işkencesi ile karşı karşıyayız.

Öte yandan benzer bir infaz erteleme İmralı’daki mahpuslardan Veysi Ataş için de yapıldı. Hem buradaki infaz ertelemeyi hem de bu kurulların İmralı tecridi ile olan bağını nasıl yorumluyorsunuz?

Biz bu kurul ilk çıktığında Sayın Öcalan’ın avukatı da olarak, şu değerlendirmeleri yapmıştık: Abdullah Öcalan’ın 25 yılı doğmak üzere, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'nin (AİHM) ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası ile ilgili işkence kararı var. Türkiye bir kanun düzenlemesi, bir mekanizma getirmek zorunda. O dönem bu mekanizma getirilirken ne mahkeme, ne CPT, ne Bakanlar Komitesi yargısal bir mekanizmada ısrar ediyor. İdari mekanizmayı bile kabul edeceğini söylüyor. Bu çıkan kurul, acaba olası bir kanun değişikliğinde kullanma amacıyla mı çıktı? Çünkü Türkiye'de cezaevleriyle ilgili yapılan her bir değişiklikte, acaba Sayın Öcalan’ın bundan yararlanma ihtimali olacak mı, olmayacak mı? Değerlendirmesi yapılarak çıkarılan kanuni düzenlemeler oluyor. Ve ilk bu kurul kararları verilirken de burada siyasi iradeyi kırma halinin olduğunu görüyoruz.

Bugün Türkiye'deki S-tipi, Y-tipi F-tiplerinden sonra yaşananlar, bu kurul kararları ve tecrit -izolasyonun bu kadar artırılması, dış-dünya ile ilişkinin bu kadar kesilmesinin temelinde, devletin İmralı'da yaratmış olduğu hukuksuzluğa karşı, gerçekten ne hukuksal ne politik ne de toplumsal bir karşı çıkışın olmamasından kaynaklanıyor. Ve hiçbir aile görüşü olmayan, avukat görüşü olmayan, dış dünyayla yıllardır tek bir mektup alışverişi gerçekleştirmeyen, telefon görüşmesi yapmayan Veysi Aktaş’ın iyi halli olmadığı gerekçesiyle infazının 1 yıl süresince ertelenmesi, cezaevi idaresinin İmralı izolasyonunun bir parçası olarak bu kararı vermesidir. Hem de aynı zamanda o kişinin tahliye olması ihtimaline binaen İmralı'yla ilgili, Sayın Öcalan’la ilgili ortaya çıkabilecekleri engelleme halinin de bir parçası. Çünkü Veysi Aktaş dışarıda olsaydı zaten bu hakların hepsini zaten kullanacaktı. Bir de şöyle bir fark var, Veysi Aktaş müebbet hükümlüsü. Sayın Öcalan ve diğer mahpuslar ağırlaştırılmış müebbet hükümlüleri. Ama buna rağmen Aktaş çok ağır koşullarda tutuldu yıllardır. Ağırlaştırılmış müebbet koşullarından da çok daha ağır koşullarda tutuldu. Bugün İmralı'da verilen kurul kararı ile diğer cezaevlerinde verilen kurul kararı teknik ve prosedür olarak birbirinin aynısı gibi görünebilir. Ama aslında tüm cezaevlerinde verilen kurul kararların kaynağını ve gücünü İmralı'daki o hukuksuzluktan, keyfi tutumdan, işkenceden almakta.

Peki, yine İmralı’daki herkese 3 ay bir aile görüşü yasağı verildi. Bu art arda verilen disiplin cezaları ve son olarak açıklanan disiplin cezası nasıl bir prosedür izlenerek uygulanıyor. Bu kadar çok disiplin cezası hukuki mi?

Bugün Veysi Aktaş, Ömer Hayri Konar, Hamili Yıldırım başka bir cezaevindeyken, rutin aile görüşmelerini yapabiliyorken, telefon hakkını kullanabiliyorken, yazışma bir engelleri yokken, vasilerle görüşebiliyorken, İmralı’ya götürüldükleri günden bugüne kadar, yani 2015 Mart'tan itibaren hiçbir avukat görüşünü gerçekleştiremedi. Sadece üç kere aileleriyle görüşebildi ve sadece bir kez telefon hakkını kullandı. Diğer telefon hakkında da protesto gerekçesiyle çıkmadılar. En başından orada kurulan işkence sisteminin bir kişiye özgü kurgulandığı, oraya giren herkesin de ona tabi kılındığı zaten çok açık.

Mesela daha önce disiplin ve avukat görüşü yasaklama kararları var. O karar hala avukatlara verilmediği için içeriğini bilmiyoruz.  Ancak her 3 ayda bir aile görüşü için disiplin cezası 6 ayda bir avukat yasaklama kararları verilen bir yerden bahsediyoruz. Bu disiplin cezaları ve yasaklama kararları iyi halli olmadığına gerekçe yapılması mümkün değil. Verilen hiçbir disiplin cezasının gerçekliği olmadığını, hukuka aykırı olduğunu, keyfi olduğunu yıllardır avukatlar olarak Asrın Hukuk Bürosu söylüyor. Ancak CPT'nin 2019 ziyaretinin raporunda şöyle bir değerlendirme vardı: Cezaevinin iç işleyişiyle alakalı bir durumla ilgili -çünkü disiplin cezası spor hakkının sohbete dönüştürülmesi gerekçesiyle verilmişti- cezaevinin dış dünyayla iletişimini engelleyecek bir disiplin cezası vermek aldatıcıdır demişti. Yani cezaevin içindeki bir durum varsa cezaevin içindeki bir hakkın kullanımına dair ceza ve disiplin cezası verirsin. Ama dış dünyayla ilgili herhangi bir problem yokken, bir görüşme yokken dış dünyayla iletişimi engelleyebilecek şekilde bir disiplin cezası vermenin hukukta yeri yok. Aynı zamanda aldatıcıdır, politik bir karar olduğunun göstergesidir demeye getirmişti. Ama maalesef o günden bugüne kadar ne bu disiplin cezaları tekrarlanmayı bıraktı ve sürdürülüyor hala, ne de CPT bu değerlendirilmesinin arkasında durup bu cezaları engelleyebildi ya da ziyaret yapabildi.